Altyapı ve A Takım Antrenörlüğü Ayrımı... (İlker Yıldız) - BasketFaul.com

Altyapı ve A Takım Antrenörlüğü Ayrımı... (İlker Yıldız)

06-03-23 22:34

Ülke basketbolumuzda son yıllarda altyapı antrenörlüğü ile A takım antrenörlüğü kavramının birbirinden bağımsız kabul edilmesi gerektiği ve üst düzey basketbolculuk kariyerine sahip olanların antrenörlüğe adeta tepeden başlamalarının gayet normal olduğuyla ilgili bir görüş oluşmaya başladığını görüyoruz. Bu görüşe sahip olanların düşüncelerini temellendirme gerekçelerinin başında; “A takım seviyesinde önemli olanın antrenörün üst düzeydeki oyuncuları sevk ve idare etmesi ve taktiksel anlamda da müsabakalara yoğunlaşması gerekliliğidir. Çünkü, koçların takımdaki görevlerine devam edebilmeleri için maç kazanmaları gerekir. Aksi taktirde işlerini kaybederler”. Evet, bütün bu ifade edilenlerde haklılık payı var. Ancak asıl sorunun sebep-sonuç ilişkisinin doğru kurulamamasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de konunun ehemmiyetine binaen, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.


A Takım Antrenörlerinin Kendilerine ve Ülke Basketboluna Yabancılaşmaları
Şuna bir türlü anlam veremiyorum! A takımlarda görev yapan yerli antrenörlerimiz, bu ülke basketbolu adına kendilerini hiç mi sorumlu hissetmezler! Oyuncularının gelişimi adına hiç mi çaba sarf etmezler. Taktik tabelasında gereksiz çizimler yapmak yerine, o taktik tabelasına en az ihtiyaç duyacak şekilde oyuncularının bireysel eksikliklerini giderici ekstra çalışmalar neden planlamazlar... Kendi kariyerleri, ülke basketbolumuzun gelişiminden çok daha mı önemli? Ülke basketbolumuz dip yaparken, kendileri fezaya çıksa ne olacak! Hiç mi kulüplerinin sürdürülebilirliğini düşünmezler? Hiç mi yaptıkları işin çok büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin farkına varmazlar? Hiç mi bu ülkenin gençlerine katkı sunmayı düşünmezler? "Rabbena hep bana" diyerek nereye kadar!

Çalıştığınız kulübün geleceği adına altyapı organizasyonunun daha nitelikli hale gelmesi adına çalışmalar yapmak, genç oyuncuları desteklemek, genç antrenörlere katkı sunmak, bu ülkeye değer katmak niye bu kadar zor olsun ki? Hatta her A takım antrenörünün, maç editleri ve taktik antrenmanları yaptırmaktan önce; bu tür işlere kafa yormaları gerekiyor ki, bu ülke basketbolunun katkılarıyla geldikleri yerin hakkını verebilsinler.

Tekrar tekrar söylemekten geri durmayacağım bir konu var: O da "yabancı antrenör kriterleri"nin kaldırılması konusudur. Bu kriterler geldi geleli ne üst düzey yerli bir antrenörü ülke ve dünya basketboluna kazandırabildik ne de ülke basketbolumuzun genelinde olumlu anlamda olmasını beklediğimiz bir gelişme yaşandı. Bu kriterlerden sonra yurt dışındaki önemli liglerde (İspanya, İtalya, Yunanistan gibi) görev alan kaç antrenörümüz oldu? Tam tersi, yerli antrenörlerimizin (altyapı antrenörlerimizi kastetmiyorum. A takım antrenörleri için söylüyorum) konfor alanları genişledi ve mevcut statükolarını korumak adına da yabancı oyuncular üzerinden prim yapma yarışına girdiklerine üzülerek şahit olduk ve olmaya da devam ediyoruz... Kulüplerimizin FIBA’daki finansal fair-play başta olmak üzere, birçok olumsuz konuyla ilgili dosyalarının çoğunun yabancı oyuncularla ilgili olduğunu görüyoruz. FIBA’da en çok dosyası olan kulüplerin, Türk kulüpleri olması da tesadüf olmasa gerek! Ayrıca, kulüplerimizin borçlanmaları ve sürdürülebilirliklerinin önündeki en büyük engel de hiç kuşkusuz işinin ehli olmayan menajerlerin, yabancı oyuncular üzerinden gerçekleştirdiği manipülasyonlar olduğunu da söyeleyebiliriz. Kulüplerimizde ne kadar çok yabancı oyuncu sirkülasyonu olursa, bu olumsuz düzen de o kadar ülke basketbolumuzun başına bela olmaya devam edecektir. Ancak, bakıyoruz ki, yerli antrenörlerimizin çalıştırdığı takımlarda nedense yabancı oyuncu sirkülasyonu azımsanmayacak düzeyde fazla! Bu da ülke basketbolumuz adına daha hassas olmalarını beklediğimiz yerli antrenörlerimizin, konuya vakıf olmalarına rağmen, bir kayıtsızlık içerisinde olduklarını da göstermektedir!

Epistemik Kopuş! 
TÜBAD'ın önerisi ve TBF'nin onayıyla 2018 yılında getirilen "yabancı antrenör kriterleri"ne karşılık; Eğitim Kurulu’nun yılda üç-dört kez açtığı ve her seferinde sadece 25 kişilik kontenjanın belirlendiği 1. Kademe (E) Antrenör kurslarıyla ülke basketbolumuzda yerli antrenörlerin gelişimine katkı sunulabileceğini zannetmiyorum. Ülke basketbolumuzun gerek yatay (niceliksel) gerekse de dikey (niteliksel) anlamda gelişimi adına, ülkemizdeki diğer spor federasyonlarında ve ABD'de olduğu gibi en temel sertifikayı (1. Kademe E antrenör belgesi) daha fazla kişinin alması yönünde gerek sayısal gerekse de yeterlilik kriterleri anlamında süreci kolaylaştırıp, antrenör sayısının arttırılarak basketbolun daha fazla tabana yayılmasını sağlamalıyız. 

Ülke basketbolumuzda gerek oyuncu havuzunun genişlememesinde gerek birçok ilimizde altyapı liglerinin bile yapılamamasında gerekse de potansiyelli oyuncu adaylarına ulaşılamamasındaki en büyük nedenlerinin başında, ülkemizde birçok ilde antrenör sayısının yetersiz olması sorunu yatmaktadır. Öncelikle antrenör sayısını arttırmalıyız ki, o antrenör havuzundan nitelikli antrenörler çıkarabilelim. Ayrıca, ülkemizde birçok ildeki gencimize ancak tabandaki antrenörlerle ulaşabileceğimizi de unutmamalıyız. Tabii tabandaki antrenörlerden kastettiğim, basketbolu tutkuyla seven ve gelişime açık olan antrenörlerdir. Bu tür antrenörleri parkur elemelerinden ziyade, en alt kademe antrenör belgesiyle neler yarattığına bakarak bulabilirsiniz. Diğer antrenörlük belgeleri için ise (D, C, B, A) katılımcı sayısını arttırmak şartıyla, mevcut zorlaştırıcı düzene devam edilebilir. Daha sonraki aşamalarda ise sırf profesyonel düzeyde basketbol oynadıkları için zorlama şekilde koçlar yaratmak yerine; basketbol geçmişine bakmaksızın, basketbola olan tutkusu, ülke basketbolumuza duyarlılığı, donanımı, entelektüel derinliği, kabiliyeti ve ülke basketbolumuza katacak bir şeyleri olması yönünde özelliklere sahip olanlara imkanlar sunarak, gerçek anlamda antrenör yetiştirme anlayışımızı verimli kılabiliriz. Aksi halde mevcut durumda olduğu gibi; ülke basketbolumuza bakış açısı sorunlu olan, zihin kalıpları dar ve perspektif olarak da değer üretmekten uzak olan antrenörlerle epistemik bir kopuş yaşamaya devam edeeriz.

Uzmanlaşma derken; tutkuyu ve adanmayı kaybettik!
ABD’de de en alt kademe antrenörlük belgesi almak ya da antrenör olmanın ilk aşamasının olabildiğince kolaylaştırıldığını biliyoruz. ABD’de antrenörlüün ilk şartı, bizde olduğu gibi belge şartından ziyade, tam tersi olarak üniversite mezunu olmanız yetiyor. Asıl mesele bundan sonraki süreçte basketbola kendinizi ne ölçüde adadığınız ile ilgilidir. Ülkemizdeki mevcut düzen ise maalesef çoğunlukla belgeyi almak ve memur zihniyeti ile işini yapmaktan ibaret. O nedenle de bir çok spor okulu varken, gerçek anlamda oyuncu yetiştiren kulüp ve antrenörü mumla arar olduk. Uzmanlaşma derken; tutkuyu ve adanmayı kaybettik! O yüzden de ülkemizde artık Cavit Altunay, Yalçın Granit, Mehmet Baturalp, Ali Hurşit Baytok, Armağan Asena, Fehmi Sadıkoğlu, Marcel Mori, Önder Selen, Seyfi Kuştimur ve Aydın Örs gibi üst düzey antrenörler de yetişmiyor!

4. ve 5. Kademe (A ve B) antrenör sertifikası olanlara A takımlar adına (altyapıları kastetmiyorum) hazır konfor alanları sunmakla ülkemizde yerli antrenörlerin önünü açmış olmuyoruz, tam tersi yönde onların ve ülke basketbolumuzun gelişimini engelliyoruz. Çünkü, çok iyi bir basketbol oyunculuk kariyerine sahip olmakla, çok iyi bir antrenör olmak aynı şey değil. Ayrıca bir anda hızlı bir şekilde antrenör basamaklarını tırmananların, ilerleyen yıllarda altyapı başta olmak üzere, ülke basketbolumuzun sorunlarına da bir o kadar yabancı kaldıklarını da üzülerek görüyoruz. 

Doğru Örnekler Değiller…
Geçmiş yıllarda A Milli Takımlarımızda başarıyla forma giymiş ve bizlerin de taktirini kazanmış birçok ismin, hiçbir altyapı antrenörlüğü tecrübesi olmadan, sadece birkaç yıllık A takım yardımcı antrenörlüğü ya da hiçbir antrenörlük tecrübesi olmadan, TBL hatta BSL düzeyinde bir takımın başantrenörü olarak göreve gelmesi, bence hem o kişinin kendi kariyeri adına hem de ülke basketbolumuzun selameti açısından doğru olmadığını düşünüyorum. Başta altyapı takımlarında çalışmak olmak üzere, çok daha uzun soluklu ve önemli tecrübeler kazanmaları çok daha iyi olurdu kanısındayım. Bu isimlerin ilerleyen yıllarda ülke basketbolumuzun değer üretimine uzak ve yerli oyunculara en az süre veren antrenörler olma durumları kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, bunun birçok örneğini liglerimizde üzülerek görüyoruz.

Antrenör Yetiştirme Anlayışımız, Antrenörün Kendini Yetiştirmesine İmkan Vermelidir
Ciddi anlamda antrenör yetiştirme anlayışımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. İyi oyuncu olmak ile iyi antrenör olmak aynı şey olmasa gerek! Bir dönem A Milli Takım düzeyinde oynamış olan oyuncuların çoğunun antrenör basamaklarını ışınlanarak geçmeleri, antrenörlük kavramını hazmetmeden bir anda kendilerini en tepelerde bulmaları ve yeterli antrenörlük tecrübesi yaşamadan başantrenörlük görevinin kendilerine adeta hazır tepside sunulması doğru değil. Hangi meslekte olursa olsun, bir kişinin kariyer basamaklarındaki her aşamayı tecrübe etmeden ilerlemesi, hem o kişiye hem de o mesleğe yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Antrenör yetiştirme anlayışımız; ülke basketbolumuza karşı sorumluluk hisseden, değer üretimini önceleyen ve her şeyden önemlisi de tutkulu bir şekilde mesleğine aşık, donanımlı, entelektüel derinliği olan ve kendini yetiştirebilen antrenörlere imkan vermekle sağlanacaktır. Kısacası bu topraklardaki cevherleri bulmak en büyük vazifemiz olmalıdır. Tıpkı, ülke çapında oyuncu aramak gibi bu vasıflara sahip antrenörleri il il gezip bulmak ve onları yetiştirmek gerekiyor. Bu sayede hem oyuncusunu hem kulübünü hem de ülke basketbolumuza yeni bir soluk getiren şahsiyetli antrenörler yetişmesine uygun bir zemin hazırlayabiliriz. Değer üretimi açısından tabii ki bir antrenörün tek başına birşeyler istemesi yeterli olmayabilir. Ancak, antrenörün de bir duruşu, tarzı ve ilkesi olmalı ki; sadece kulüp yöneticilerini değil, herkesi doğruya sevk etme yönünde ikna etme kabiliyetine sahip olsun… 

Antrenörün basketbola bakış açısının değer üretimi yönünde olması, belki de bizim artık kanıksadığımız şeylerin değişmesine de sebebiyet verebilir. Antrenörün aslında bir kulübü nasıl değiştirebileceği ve nasıl değer üretimi açısından olumlu noktaya çekebileceğinin birçok örneği mevcut. Ancak, basketbolumuzda kabul edilmiş bir yanlış var ki; o da profesyonel kariyere sahip oyuncuların A takımlarda ışınlanarak görev almasını normal görmemizdir.

Oysa, bir kulübün en aşağıdan en yukarıya kadar olan bütün yapılanmasına hâkim olmak için, bu işin sürdürülebilirliğini sağlayacak olan altyapı organizasyonlarını da çok iyi bilmek gerekir. Altyapılara gönül vermeyen ve hâkim olmayan bir anlayış, A takıma yükselen bir genç oyuncunun nasıl takıma dâhil edileceğini de bilemez. Ayrıca genç oyuncuların ne tür zorluklarla o seviyeye geldiğini, hangi aşamalardan sonra takıma katkı sağlayacağını da hiçbir zaman anlayamaz ve bilemez.

Almanların Bakış Açısı ve Bizim Bakış Açımız!
Futbolda dört kez dünya ve üç kez Avrupa şampiyonu olmuş dünyanın en önemli futbol ülkelerinden olan Almanya’nın en üst futbol ligi olan Bundesliga I’e baktığımızda çok önemli bir detayla karşılaşıyoruz. 2022-2023 sezonunda Bundesliga I’de yer alan 18 takımın teknik direktörünün antrenörlük geçmişlerine baktığımızda, 18 teknik direktörün 17'sinin altyapılarda antrenörlük yaptıktan sonra kademe kademe geçişler sonrasında A takım teknik direktörü olduklarını görüyoruz (benzer durum, hiç kuşku yok ki Almanya basketbolunda da geçerlidir). Ayrıca, bu antrenörlerin birçoğunun, çok üst düzey bir futbolculuk kariyerine sahip olmadıklarını da görüyoruz. Yani, üst düzey sporculuk kariyerine sahip olmakla, iyi bir antrenör olmak arasında bir yakınlık olmadığını burada da görüyoruz.

Ülke Sporumuzu Bekleyen En Büyük Tehlike!
Sırf üst düzey sporculuk kariyerine sahip oldukları için kulüp yöneticileri tarafından popülerlik kazanma, medyanın ilgisini çekme ve belli ilişkiler sonucunda antrenör olarak göreve getirilen birçok genç isme tanık olmaya başladık. Ülke sporumuzun değer üretiminin en önemli alanı olan öz kaynakların önemini yaşayarak bilmeden ve antrenörlük kariyer basamaklarını adeta uçarcasına atlayarak üst düzey liglerde yer alan takımların antrenörlük görevine getirilenlerin birçoğunun, ilerleyen yıllarda ülke sporumuz adına olumsuz anlamda ciddi bir soruna yol açacaklarını düşünüyorum. 

Bu kişilerin ilerleyen yıllarda ülke sporumuzun önemli kademelerine gelebileceklerini düşündüğümüz de, ülke sporumuzu gelecekte bekleyen en büyük tehlikenin hiç kuşkusuz; ülke sporumuzun değer üretimine yabancılaşmış ve tüketim merkezli bakış açısına sahip kişilerin hakim konuma gelecekleri meselesidir. 

Özellikle ülkemizde ve dünyada en popüler spor branşlarından biri olan futbola baktığımızda, diğer spor branşlarında olduğu gibi dikkat çeken önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Futboldaki Antrenör Eğitim Programlarına baktığımızda bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz. Ancak ciddi paralar kazanmış olanların ve üst düzey profesyonel sporculuk kariyerine sahip olanların ödeyebileceği şekilde ciddi meblağlar karşılığında başvuru yapılabilen kurslarda ve o kurslara kayıt yaptıranların da tamamının başarılı bir şekilde zorlanmadan geçtiği(!) (tek zorlanılan husus, kursa giriş ücreti olsa gerek!) TFF tarafından hızlandırılmış şekilde adeta hazır bir şekilde tepside sunulan UEFA Pro Lisans (kurs ücreti 200.000 TL) ve UEFA B/A Birleşik Lisans (kurs ücreti 150.000 TL) gibi sertifikaları alarak ya da bunlara hiç gerek duymadan bazı yollar izlenerek, "ısmarlama antrenörler"in spor camiamızda yerlerini aldıklarına şahit oluyoruz! 

Bunun bir benzerini ülke basketbolumuzda da görüyoruz. A Milli Basketbol Takımlarımızda bir dönem oynamış olan oyuncuların birçoğu, hiçbir altyapı takımında tecrübe edinmeden ve ülke basketbolumuza yabancılaşarak profesyonel üst düzey takımlarda başantrenörlüğe gelebiliyorlar. Sonra da bu antrenörlerimiz, yerli oyunculara en az süre ve sorumluluk veren, oyuncu nasıl yetişir bilmeyen, oyuncu nasıl gelişir bilmeyen, bir oyuncunun ve antrenörün altyapıdan A takıma olan geçiş sürecindeki meşakkatli süreci bilmeyen ama ülkemizin en iyi taktisyen koçları(!) olabiliyorlar. 

Şahsi düşüncem; hangi spor branşı olursa olsun, bir antrenörün gerek kendi ülke sporuna yabancılaşmaması adına gerek çalıştığı kulübün değer üretimine karşı sorumluluk hissetmesi adına gerekse de altyapıdaki oyuncuların A takım düzeyine geçişlerinin en iyi şekilde sağlanması adına, kesinlikle ve kesinlikle antrenörlük kariyerine altyapıların her seviye ve kademesinde görev yaptıktan ve ciddi tecrübeler edindikten sonra, A takım düzeyinde antrenörlük görevi alabilmesidir. Kısacası, bu konu hakkında altyapı antrenörlüğü ile A takım antrenörlüğü ayrımı yapılmasını doğru bulmuyorum. Neden sadece altyapı antrenörleri ülke basketbolumuz adına değer üretirken; oyuncu, antrenör, hakem, yönetici vs. altyapılardan başlayarak yetişir ve gelişirken, antrenörlük kısmının altyapı ve A takım antrenörlüğü gibi çatallandırılması ve ayrıştırılması düşüncesi doğru kabul edilsin ki! Bu çatallaşma, değer üretenler ile tüketenler şeklinde ikili bir ayrışmaya ve çatışmaya götürür ki; ülke basketbolumuzun yaşadığı en büyük sorunlardan biri de budur.

A takım antrenörlerinin çoğu, altyapılardan yetişen oyuncuların eksikliklerinden söz ederken, bu gençlerin A takım seviyesine gelene kadar ki süreçte ne gibi zorlu aşamalardan geçtiklerini ise bilmemekteler. Bu gençler eğer A takım düzeyine eksik geliyorlarsa, bundaki en büyük kabahat altyapı antrenörlerinden çok; kulüp yöneticileri ve A takım antrenörleridir. Bir kulübün sürdürülebilirliğini sağlayan en önemli etken olan altyapıların (öz kaynakların) bu kadar ilgisiz bırakılması ve A takım düzeyine bir tek nitelikli oyuncu bile çıkamamasındaki en büyük sorumluların başında gelenler hiç kuşkusuz A takım antrenörleridir. Çünkü, kendi sorumluluk alanını sadece parkedeki oyun ve alınan sonuçlarla ilişkilendirmek, ülke basketbolumuza ve kendi mesleğine karşı olan sorumluluktan kaçmaktır.

A takım antrenörlüğü ile altyapı antrenörlüğünün birbirinden ayrı olamayacağını ve tamamen birbirlerine bağlı olduklarının önemini anlayabilirsek; bu sayede ülke sporumuza yabancılaşmayan, ülke sporumuza kısa vadeli ve anlık maç kazanma odaklı bakmayan, kulüplerimizi sömürmeyen, yetişmesine önemli katkılar sunduğu büyük sporcularla birlikte adı uzun yıllar saygıyla anılacak olan şahsiyetli antrenörler yetiştirmiş oluruz.

2022-2023 Almanya Bundesliga I’de görev alan teknik direktörlerin antrenörlük kariyerleri:
Edin Terzic (1982, Almanya, Borussia Dortmund): U16, U17, U19, II. takım, yardımcı antrenör ve scout 
Julian Nagelsmann (1987, Almanya, Bayern Münih): U16, U19, II. takım, yardımcı antrenör ve scout 
Urs Fischer (1966, İsviçre, 1.FC Union Berlin): U16, U21 ve yardımcı antrenör 
Marco Rose (1976, Almanya, RasenBallsport Leipzig): U16, U17, U19, II. takım ve yardımcı antrenör 
Christian Streich (1976, Almanya, 1965, SC Freiburg): U19 ve yardımcı antrenör 
Oliver Glasner (1974, Avusturya, Eintracht Frankfurt): Spor kordinatörü, yardımcı antrenör ve sportif müdür 
Niko Kovac (1971, Hırvatistan, Wolfsburg): Juniors, U19 ve yardımcı antrenör
Bo Svensson (1979, Danimarka, Mainz 05): Müşavir, U17, U19 ve yardımcı antrenör
Ole Werner (1988, Almanya, Werder Bremen): II. takım ve yardımcı antrenör
Daniel Farke (1976, Almanya, Borussia Mönchengladbach): II. takım 
Xabi Alonso (1981, İspanya, Bayer Leverkusen): Altyapı antrenörü ve II. Takım
Steffen Baumgart (1972, Almanya, Köln): Amatör küme takımı ve yardımcı antrenör
Enrico Maaßen (1984, Almanya, Augsburg): II. Takım
Sandro Schwarz (1978, Almanya, Hertha Berlin): U19, II. takım ve yardımcı antrenör
Bruno Labbadia (1966, Almanya, Stuttgart): -
Pellegrino Matarazzo (1977, ABD, Hoffenheim): U17, U19 ve yardımcı antrenör
Thomas Letsch (1968, Almanya, VfL Bochum): U16, U18, yardımcı antrenör ve sportif müdür
Thomas Reis (1973, Almanya, Schalke 04): U19, II. takım ve yardımcı antrenör

Her şey Türk basketbolu için, her şey A Milli Takımlarımız için. Saygılarımla.

 
Domain - Hosting - Cloud

Yorumlar Okunma: 2303